Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz
Konular - Jin-Tan
1
« : 22 Ekim 2014, 15:51:58 »
Merhaba, öncelikle arada sırada uğrayacağımı belirteyim. Şimdi ben gene az az anime izlemeye başladım ve en sevdiklerimi bir daha izleyyeim dedim, Ano Hana OST bulmak kolaydı ama Angel Beats baya zormuş eskiden hepsi vardı ama arşivim silindiğinden yoklar iTunes'tan openin ve endingini aldım ama çok abartmak istemiyorum. ÖZELLİKLE K-ON!un tüm şarkıları Girls Dead Monsters'ın Keep the Beats ve Singlelarını indirebileceğim bir yer varsa özelden yada burdan iletebilir mi? Şididen teşekkür ederim.
2
« : 18 Mayıs 2013, 18:43:22 »
Başka bir forumda görmüştüm bu oyunu yeni birforum oyunu alttaki üye üstekini saçma bir nedenle banlamasıdır. Tabii gerçek anlamda banlanmak değil yani... işte... yaaaaa....
Alttaki beni banlayarak başlayabilirsin ^^
3
« : 07 Nisan 2013, 11:50:20 »
Yeni fan-fiction'um umarım beğenirsiniz bu sefer bölüm bölüm yayınlayacağım iyi okumalar ^^ Kawai-Kun かわいい
Bölüm 1 : KarşılaşmaMerhaba ben Karato Usui. 13 yaşındayım orta okula gidiyorum ve bu gün okulun ilk günü umarım onunla aynı sınıfa düşmem...
Okul evime uzak değil ama diğerlerine göre uzak en fazla 900 metre'dir ben alıştım. Okula yavaş yavaş yürüyorum, hava da çok güzel, Mp3'ümde en sevdiğim şarkılardan biri çalıyor Ho-Kago Tea Time'dan bir şarkı sonrasında ise Hatsune Miku var. Yol boyunca hiç kimseyle veya Hiçbir canlıyla karşılamıyorum şu güzel sakura ağaçları yetiyor. Onların arasından geçerken Safe&Sound'u dinlemek çok hoş. (Karakterimiz yabancı yani Japonca dışında da şarkı seviyor ^^.) Mp3'ümü kapamalıyım okul görünüyor ve okulda Mp3 vb. Yasak tabii kimse bu yasağa uymuyor ama tedbiri elden bırakmamak lazım. Acaba hangi sınıfa düşmüşüm. Hayır! (Burada gözleri ve yüz ifadesi değişiyor) onunla aynı sınıfa düşmüşüm...
Sınıfa doğru yürürken onunla karşılaşmamak beni rahatlattı sınıfa girdim ve baktım o erkenden gelmiş oturuyordu. Sınıfa en son gelen bendim herhalde ve tek boş yerde onun yanıydı. Ben tam “Ne olur onun yanına oturmayayım.” derken içimden çok güzel ve şirin bir kız girirverdi sınıfa koşarak. Onun yanına oturdu, rahatladım ve bir “Oh!” çektim ama ben nereye oturacaktım. Müdüre söyledim ve o kızın yanına bir sıra koydular artık orada oturacaktım. Herkes kendini tanıttı. Sıra bana geldi ve çok heyecanlıydım çünkü kimseyi tanımıyorum “B-ben Karato U-u-sui ve 1-3 yaşımdayım...” Yüzüm kızardı ve yerin dibine girdim resmen. Onun yüz ifadesi bile değişmedi ben ise dometes gibi oluştum. O sırada o kız yanıma tahtanın önüne geldi ve sınıfa hafif yüksek bir sesle “Heey! Susun! Bunun neresi komik?! Umarım sizinde başınıza gelir!” dedi ve bana döndü gülümsedi. Gülümsemesi o kadar güzeldi ki...
4
« : 13 Şubat 2013, 20:54:52 »
Bölüm 1 : Metro Söestırın son günüydü ve ingilizce kursuna gidecektim. Biraz da geç kalma telaşıyla ceketimi giydim çantamı kaptım. Müzik çalarımı da taktıktan sonra anneme “Ben çıkyorum.” dedikten sonra apartmanın merdivenlerinin kenarındaki demirlerden kayarak hızlıca aşağı indim. Kapıcı kapıda duruyor ve bana gülümsüyordu. Ona selam verip çıktım apartmandan. Evimizden caddeye hafif bir yokuştan inerek varılıyordu. Ben bu yolu hep kullandığımdan sıkılmıştım ve farklı bir yol denemeye karar verdim. Karşımızdaki sitenin aralığından geçerek yürüyüş yolundan yürüdüm tempolu bir şekilde. Orada da bir yokuş vardı ama bizim evin önündekinden daha dikti. Dinlediğim şarkının ritmiyle yürürken birden duramadım ve yokuştan aşağı koşmaya başladım. Tam o sırada en sevdiğim şarkı çalıyordu. Ben dinlediğim şarkılara aklımda klipler düzenlemeyi çok sevdiğim için o an ki durumumu şarkıya uyarladım. Aşağı indiğimde normalde gittiğim yolun biraz üzerindeydim saate baktım ve geç kalmamk için macerama son vererek normal her zaman kullandığım yoldan gitmeye karar verdim. Yolda omuzları biraz büyük amerikan tarzı bir hırkası, ensesine uzanan siyah saçları ve siyah kare gözlüleri olan garip bir çocuk gördüm. Çok değişikti sanki yabancıydı ve gözleri de küçüktü. Aslında gözlerine pek dikkat edemedim çünkü bana bakmadı hiç akasından yürüyordum. Boşver deyip geçecektim ama benimle aynı yere gidiyor gibiydi, biraz yürüdükten sonra aynı metro istasyonuna girdik. Merdivenden indik ve kartını okkutuyordu ki bir çacuk onu itti, kimse umursamamıştı. Ben ise sessiz kalamazdım o çocuğu tanıyormuşum gibi hissediyordum. Çocuğa “Hey niye onu ittin.” dedim ve bana “Sana ne. Hem ne yaparsın dövermisin.” dedi. Yüzüm kızardı ve görelileri çağırdım. Aslında kavga çıkarabilirdim ama çok güçlü biri olmadığımdan o çocuk beni döver üstüne bir de haksız duruma düşerdim. Çocuğu görevliler aldı ve götürdü. Bu sırada çocuk bana “Seni öldüreceğim....” dermiş gibi baktı. Ben yabancı olduğunu düşündüğüm çocuğa “Hey, nasılsın. Bir şeyin yok ya?” dedim o utanarak ve yüzü kızararak “T-t-eşekkür ederim. Senin bir şeyin yok değil mi ?” dedi. “Yok. Önemli değil.” dedim ve beraber metroya bindik. Metroda uzun bir süre sohbet ettik, bana Japonya'dan geldiklerini adının Urohi Koto olduğunu anlattı. Yolculuğun bitmesine 2 durak kala yanında gitarıyla siyah pantolonu kat kat olmuş, kafasına geçirdiği beresinden fışkıran saçları değişik bir kahve rengiydi. Hemen hemen bizden birkaç yaş büyük olan adamın boyu uzun, gözleri yeşildi. Yere oturdu ve gitarını çalmaya başladı. Koto'nun dikkatini çekmeyi başarmıştı belli ki. Biraz sonra Koto adamın yanına gitmiş onu dikkatlice izliyordu, gözleri parlıyordu. O küçük gözlerindeki parlamayı oturduğum yeren görebiliyordum. İneceğimiz durağa gelmiştik ve o adamda bizimle aynı durakta indi. Koto dayanamadı e adama “Ne kadar güzel çalıyorsunuz.” dedi. Adam hafifce gülümsedi ve kötü Türkçe'siyle “Sağol. Ben Josheph, kısaca Joe diyebilirsiniz...” Üçümüz iyi bir üçlü olmuştuk ve şans eseri üçümüzde aynı dil kursuna gidiyoruk onlar Türkçe bense İngilizce öğreniyordum. Onların İngilizcesi çok iyiydi ne de olsa Joe İngilizdi. Derslerde hep tenefüsü bekledim. Tenefüs geldiğinde ikisi yakınlaşmış gözüküyorlardı. Kendimi yalnız hissetmiştim. O sırada beklemediğim bir şey oldu ve ikisi birden “Biz, üçümüz tostuz değil mi?” dediler ve ben gülmeye başladım. “Ne oldu?” dediler. Bende “O tost değil dost...” dedim ve ardından “Tabii ki dostuz, yakın dost.” Bu beni çok mutlu etmişti...
Biliyorum çok iyi değil ama umarım beklentilerinizi biraz da olsa karşılamıştır iyi okumalar... Yorumlarınızı bekliyorum.
5
« : 07 Şubat 2013, 12:13:34 »
Kiraz Ağaci Vol.2 Bölüm 1 : Japonya'ya Doğru 10 Yaşımdan beri Japonya'ya ve Japonlara ilgi duymuşumdur. Hep onları incelemiş ve Japonca öğrenmeye çalışmışımdır. Anime ve mangaları çok severim. Hayalim ise bir gün Japonya'ya gitmek ve orada bir kiraz ağacı görmekti. Babam okulun ikinci döneminin başlarında bana bir haber verdi. Mart ayında Japonya'ya gidiorduk. Düşünülemiyecek kadar mutluydum, dünyadaki en mutlu insandım ben. Babama sormayı unutmuştum nedenini. Sorduğumda “Yurtdışı görevim var. 5 Yıl oradayız.” demişti. Babam polisti ve daha önce böyle bir göreve çıkmıştı. Japonya'ya gitmeyi çok istediğim için babam beni ve annemi de götürecekti. Aylar önceden valizimi hazılayıp bozuyordum. Bunu kaç kere tekrar ettim bilmiyorum bile. Arkadaşlarım benim için mutluydular ama onları unutmamamı bana söyleyip duruyorlardı. Ben ise onları asla unutmayacağımı biliyordum. Biletler ayarlanmış yolculuğa bir hafta kalmıştı. Çok heyecanlıydım. Babam uzun süren görüşmelerden sonra Kanagawa'da güzel küçük ve şirin bir ev tutmuştu. Japonya'ya gittiğimizde de o evi alacaktık. Günler çok zor geçiyordu ve bir hafta bir yıl gibi geçmişti. 14 Saat sürecek yolculuk başlamıştı ve benim sözlüğüm elimde hazırdı. Japonca'yı hemen hemen sökmüştüm ama bu güne kadar kullanmaya hiç fırsatım olmamıştı ne yazık ki. Önümde ki 14 saat Japonca bilgimi gözden geçirmek için yeterli görünüyordu. Japonya'nın Honşu adasının Kanto bölgesi'nin güneyinde yer alan merkezi Yokohama olan Kanagawa'ya gidiyorduk. Gece saat 01:00'da uçak kalkmıştı. Yarım saate uçaktaki tüm yolcular uyumuştular benim dışımda. O kadar heyecanlıydım ki gözlerim fal taşı gibi açık etrafa bakınıyor sözlüğe göz gezdiriyordum. Yoldayken sözlüğü elden geçirmiş hatta Japonya'yla ilgili kitaplar dergiler okudum. Manga bile bitirdim. Uçak Japoya'ya geldiğinde her yer ışıl ışıldı. Rengarenk bir şehirdi Tokyo. Tokyo'yu geçmiştik ve Yokohama'ya inmiştik. Uçak durduğu an eşyalarımı toparladım ve heycanla uçaktan fırladım. Valizimi alıp annemleri bekledim. Hemen havaalanının karşısında metro istasyonu vardı. İstasyondan metroya binerek Kanagawa'ya gidecektik. Evimize ulaştık ve cana yakın komşularımız saat 13:30 gibi bizi bekliyorlardı. Konuksever ve şirin komşularımızı annemle babam az çok anlıyorlardı ama ben ne olur ne olmaz tercüme diyordum konuşmaları. Yerleştik ve yorgun bir şekilde kendimi yatağa attım. Uyuyamadım ama bir süre sonra yorgunluk galip geldi. Tüm aile o gün sabah 08:00'e kadar uyumuştuk... Bölüm 2 :Kiraz Ağacının Altında O ilkbahar günü. Ben etrafı gezmeye çıkmıştım. Çiçekler açmış her yer renk renkti. Evimizin etrafı çok güzeldi yakınlarda bir kiraz ağacı, kiraz ağacının yanında da sığ ve küçük bir göl vardı. İşte o, kiraz ağacının altındaydı. Simsiyah saçları omzuna kadar uzanıyordu. Saçları güneşten parlıyor ve siyah gözleri etrafa derin bakışlarla bakıyordu. Yanına gitmeye çekindim. “Çekil git başımdan.” gibi bir cevaptan korkuyordum. İşte o gün başladı bizim hikayemiz...
Kiraz ağacının pembe kiraz çiçekleri kadar güzeldi. Kiraz ağacının yanında göle bakıyordu. Belliydi ki dikatini çekmişti. Yanına gitti gölün, nilüfer çiçeklerine bakıyordu ki ayağı kaydı. O an ne düşünüyordum bilmiyordum ama koştum ve onu tutmaya çalıştım. O kendini geri çekmişti ama ben göle düşmüştüm. Hatırlıyorum da gülüşü de çok güzeldi. Bana çok gülmüştü onu gülerken gördüğüm için kendimi iyi hissediyordum. Bu bana daha önce hiç olmamıştı. Adımı sordu “Mete” cevabını alınca çok şaşırmıştı. Bu normaldi Japonya'da bir Türkle karşılaşmak garip olmalıydı herhalde. Ben de ona adını sordum “Kurosaki Sakura” dedi. (Sakura kiraz ağacı demek) Yüzüm kızarmıştı bana güzel ve yumuşak sesiyle “İyi misin? Kıpkırmızı olmuşsun.” dedi. Ben de “Şee-y göle düştüğümdendir.” dedim utangaç bir ses tonuyla. Kiraz ağacına doğru yürüdü sonra. Önce bana baktı sonrada oturdu kiraz ağacının altına. “Hadi gel de sohbet edelim biraz.” deyince hem utanmış hem de çok mutlu olmuştum ama bunu belli etmemeliydim ve “Olur ama fazla duramam annem merak eder.” dedim. 15 Yaşındaki bir çocuğun bunu söylemesi garip kaçtı tabii. Yanına gittim ve sohbet etmeye başladık. Onunla konuşurken rahatladım sanki hala arkadaşlarımlaydım. Aynı okulda okuyormuşuz ve Türkiye'ye hep ilgi duymuş. (Bir gün beraber gideceğiz.) Orta halli bir ailenin kızıymış. Bir erkek kadeşi varmış, 10 yaşındaymış kardeşi. Ben fazla duramam dememe rağmen iki buçuk saat konuşmuştuk. Annem eve dönünce bana çok kızdı tabii bir de üstüm ıslaktı. Okulun başlamasına az kalmıştı ama yine her gün o kiraz ağacının altında buluştuk hatta bir keresinde kardeşini de getirdi. Kardeşi de onun gibi çok iyi biriydi. O da çok şaşırdı benim Türk olduğumu duyunca. Böylece günler geçmişti ve yarın okullar açılacaktı. Acaba hangi sınıflarda olacaktık? Okul yolunu tam olarak bilmiyordum ve Sakura'da bana beraber gitmeyi teklif etmişti. Ben de “Tabii olur.” demiştim.
O sabah gelmişti, yol ayrımında Sakura'yı bekliyordum. Çok uzun sürmeyen bekleyişim sonlanmış okulun yolunu tutmuştuk Sakura'yla beraber. Tüm yol boyunca konuştuk, Sakura bana okulu anlattı ve “Aynı sınıfa gidiyor olsak çok güzel olur.” dediği an artık hem arkadaşım hem de aşkım olmuştu. Bu kesindi o da benim için ikisinden birini düşünüyordu ama hangisini? Okul yolu çok uzun sürmemişti aslında ama keşke daha uzun sürseydi daha dinleyebilirdim onu. Okula geldiğimizde Sakura'nın yüzü asılmıştı. “Ne oldu?” dedim. “Aynı sınıfa düşmemişiz.” dedi bana. Bende listeyi gözden geçirdikten sonra “Sınıflarımız arasında sadece bir sınıf var tenefüslerde ve öğlen yemeğinde görüşürüz. Hem kiraz ağacı ne güne duruyor?” demiştim kendimden emin bir şekilde. Yine yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. Bu benide mutlu ediyordu bir süre birbirimize baktık ve sonra sınıflarımıza gittik. İkimizin sınıfları da üçüncü kattaydı. O 1-1 ben ise 1-3 sınıflarındaydık. (1 ilkokul bir demek değil, lise bir demek.) Kendimi sınıfa tanıtıyordum. Tüm gözler üzerimdeydi çünkü tek Türk bendim ve bu normal bir olay değildi. Çok değişik hissettim. Biraz utanç biraz da sevinç hissetmiştim. Çünkü bana ilgi göstermeleri hoşuma gitmişti. Daha ilk derste Tai iyi arkadaşım olmuştu. Tenefüs geldi ve Sakura'ya verdiğim sözü unutmuştum. Bunun nedeni de sınıf arkadaşlarımdı. Böylece öğle yemeğine kadar aklıma gelmeyen Sakura öğle yemeğinde aklıma gelmişti ve çok geçti. Yanına gittim ve benimle oturmayı reddetti. Tüm tenefüsler boyunca sınıf kapısının önünde beni beklemiş ama ben onu görmemiştim. Haklıydı bana küsmekte. Onun gönlünü almalıydım. Tüm gün benimle hiç konuşmadı. O gün kiraz ağacının altına gideceğini biliyordum ve yanına gittim. Oradaydı ve ona direk “Bu kiraz ağacı üzerine yemin ederim.” dedim. “Ne için?” dedi. Bende “Sana verdiğim sözleri tutacağıma.” dedim ve o da beni affetti...
Okulun ikinci günü beraberdik. Bu böyle gitti ve bir süre sonra hem onun hem benim arkadaşlarımız sitem edip bizi hep yalnız bırakıyorsunuz diyip durdukları için hep beraber takılmaya karar verdik. Bu bizim baş başa kalmamızı engellemedi, yine her gün kiraz ağacının altında buluştuk. Yine eğlendik, yine güldük hem başbaşayken hem hep beraberken. Bir hafta sonra okulda bir yakın dövüş ve savunma sporları yarşması olacak kazanan çift turnuvaya katılacaktı. Ben de en iyi arkadaşım Donokoro Tai'yle katılacaktım. Okulun erkekler futbol takımının yıldızı olan Tai benim için antremanlara bir süreliğine ara verdi ve çalışmaya başladık. Bazen Sakura ve Lily (Tai'nin hoşlandığı kız) de bizimle çalışmalara katıldılar.Uzun süren sıkı çalışmaların sonunda yarışma günü geldi ama Tai hastalanmıştı bende yarışmaya tek başıma katılmak zorunda kaldım. Karşımda iki güçlü rakip vardı ve tek başıma onlarla mücadele edemedim. Sakura acı çekmeme dayanamamıştı sahneye atladı ve bana yardım etti maalesef diskalifiye olmuştuk ama aramızdaki bağ daha da güçlenmişti... Bölüm 3: Kalbim Küt Küt Atıyor (Bu bölüm Sakura'nın ağzından anlatılmıştır.) Onu o gün kiraz ağacının orada gördüğümden beri kalbimin attığını hissediyorum. O açık kahverengi saçları ve ela gözleri, o tatlı gülümsemesi hep aklımda. Yarışmadan sonra da bu deva etti ama artık daha güçlü atıyordu kalbim. Aramızdaki bağın güçlendiğini hissedebiliyorum. Ondan hoşlanıyorum ama ona nasıl açılacağım bilmiyorum. Bu gün hafta sonu ve Mete'yle buluşmaya gideceğim. Kiraz ağacının altında beni bekliyor olmalı. Orada işte tam kiraz ağacının altında. Sözünü tutuyor, aslında sözünü tutmadığında ona kızamamıştım sadece bana değer veriyor mu diye tedirgin olmuştum, boşunaymış. Bir ay kadar sonra sömestır tatiline giriyoruz ve okul bir kayak gezisi düzenleyecek ama Mete gelebilir mi bilmiyorum umarım gelebilir. O gelmezse onu yalnız bırakamam kiraz ağacının altında karlarla birlikte. Bu aralar okulda bir şeyler saklıyorar benden ama ne bilmiyorum. İçimde bir his var ama bu his sanki bir planları armış gibi hissetmemi sağlıyor...
Bu gün 21 Aralık. Bu sabah Mete beni aradı ve hasta olduğunu sabah beraber yürüyemeyeceğimiz için üzgün olduğunu söyledi. Okula gittiğimde kimsecikler yoktu. Derse biraz geçkalmıştım. Sınıfa girer girmez konfetiler, alkışlar, bağrışlar ve Mete vardı. Tam karşımda bana gülümseyerek “İyi ki varsın Sakura.” demişti. O an bir sürü arkadaşım vardı ama ben sadece onu görüyordum. Nasıl gelmişti? Dersten nasıl çıkmıştı? Bunları benim için yapmıştı o, herşeyi o yapmıştı. Pasta bile vardı ve hediye zamanı geldiğinde bana “Sana layık olmasada...” diyerek kiraz çiçekli bir broş verdi, gerçekten çok güzeldi ve o an taktım. Çok mutluydum bana verdiği hediye aslında beni düşünmesiydi... Bölüm 4: Umarım Mutludur (Bu bölüm Mete'nin ağzından anlatılmaktadır.) Umarım doğumgününü beğenmiştir...
Kayak gezisi yaklaşıyordu ve ben hala izin alamamıştım. Anneme herkesin gittiğini söyledim ve en sonunda izin aldım. Yarın karneler verilecekti dersleri iyiydi ama yinede bir heycan kaplamıştı içimi. Karneleri aldık ve yarın gideceğimiz kayak gezisi için herkes hazırlanmaya gitti. Ben yine Sakura'yla yürümüştüm eve kadar, broşunu hala takıyordu bu beni önemsediği anlamına mı gelir?...
Çantama herşeyimi doldurdum. Kitaplarım, kayak dergilerim, Japonca sözlüğüm (Tamam Japoncam iyi ama biraz yardıma gerek duymuyor değilim.) kıyafetlerim ve bilgisayarım. Gezi bir hafta sürecekti ve erkeklerin, kızların hatta öğretmenlerin bile çok şık olacağından emindim...
Dağa çıkıyorduk ve bazısı kusuyor bazısı müzik dinliyor bazısı ise kitap okuyordu ben Tai'yle oturmuş konuşuyor ve bir yandan da Lily'le oturan Sakura'ya bakıyordum. Dağa çıkmıştık bile herkesin içinde bir heyecan vardı. Otele yerleştik her odada dörder kişi kalıyorduk Ben, Tai, Koichi ve Mou. Dört erkek tüm gece konuşup eğlendik espiriler, gülmeler ve hatta dertler bile vardı. Dört arkadaş bir gecede çok yakınlaşmıştık. Daha önce Uludağ'da kayak yaptığım için diğerlerinden daha tecrübeliydim. Sabah olduğunda Sakura kayak ayakkabılarını bir türlü giyememişti. Onu öyle görmeye dayanamadım ve yardım ettim daha “Uğraştım ama çok zor.” diyemeden “Bitti, hadi kayağını da al.” demiştim. Sakura gülümsedi ve “Senin kayağın nerede?” demişti. Ben arkamı döndüm ve ayakkabıları giydim. Kayağımı da seçerek işimin bittiğini söylediğimde Sakura üçbasamaklı merdiveni inememişti. En beceriksizimiz Mou ise yuvarlanarak inmişti merdivenleri. Tai, Lily'e yardım etmeye çakışırken bir yandan da kendini rezil etmemeye çalışıyordu. Tam düşecektiki Lily onun elini tuttu, sonuç olarak beraber düştüler ama Tai çok mutlu olmuştu. Aslında futbol takımının yıldız oyuncusu ve havalı biri olmasına rağmen Lily'ye bir türlü açılamıyor. Bir gün Tai yerine Lily'e Tai'nin onu sevdiğini söylemek zorunda kalabilirim...
Kaymaya başlamıştık. Herkes düşüyordu, bir tek ben ayakta kayabiliyordum Tai'yi de gaza getirip zirveden kaymaya zorladım ve aşağı inerken bana bağırıyordu ama Lily, Tai'nin cesaretie hayran kalmamış değildi. İkinci günde de çok kayabilen yoktu ama Sakura hemen hemen öğrenmişti kaymayı. Tabii hala diğerleri kayamıyordu. Lily ise Tai'nin kayarken kırdığı bacağıyla ilgieniyor, Tai ise bana hem kızıyor hem de teşekkür ediyordu. Mou cesurluğunu gösterdi bize ve zirveden indi tabii yuvarlanarak. Üçüncü gün Sakura cesaretini topladı ve tepeden kaymaya karar verdi. Ben yardım etmek istedim ama “Tek başıma kayacağım.” dedi bana. Çok güzel kayıyordu ama pistin sonlarında duramadı, insanlara çarpmamak için kendini kenara atti ve filelerden pistin dışına düştü. Hemen peşinden gittim. Aşağı yuvarlanmıştı O'nu bulduğumda baygındı. O'nu sırtıma aldım ve yukarı taşıdım. Taşırken sayıklıyordu. “Mete seni bir daha görebilecek miyim? Meteyi seviyorum ama ona söyleme Mou”...diye sayıklıyordu. Yüzüm kızarmıştı ve çok mutlu olmuştum ama bunları duyduğumu bilmemeliydi. Mou'yla konuştum ve sanki o çıkarmış gibi davrandık. Lily bunu bilmiyordu ve bunu Sakura'yla konuşmamıştı. Dağdan döndük ve sevgililer günü yaklaşıordu ve her tarafta çikolatalar vardı. Ben de Sakura'ya çikolata yapmaya karar verdim ama bunu kiraz ağacının altında vermek istiyordum. Sevgililer günü gelmişti ve o sabah yine Sakura'yla okula yürüdük. Lily ve Tai birbirlerine çikolata verdiler ve dağ konusu açıldı. Lily “Mete seni kurtardı.” dedi ve herşey karıştı. Sakura çok utandı ve kaçtı. Ben de onun arkasından gittim. Tam kiraz ağacının altında onu tuttum ve bir kiraz çiçeği aldım, saçına taktım. Çikolatayı ona uzattım ve “Bu çiçek kadar güzelsin. Seni seviyorum Sakura.” dedim utanarak. O da bana çikolata yapmış. Bana uzattı ve “Ben—de seni s-seviyorumm.” dedi. Çok utanmıştı belliydi. O gün kiraz ağacının altında oturduk ve akşama kadar konuştuk. Bir yandan da beyaz karları izledik artık çok mutluydum...
Aradan iki ay geçmişti ve okullar kapanıyordu. Sakura'yla geçireceğim bir yazı hayal etmek bile güzeldi. Babam bu sıralar biraz garip davranıyor gününü bilgisayar başında geçiriyordu. Anne ise yüzünde hep bir üzüntü ve mutsuzlukla dolaşıyordu. Ben bunları düşünürken okulun son günü bitmek üzereydi. Karnelerimizi aldık ve lise birinci sınıftan mezun olduk. Sakura hemen yanıma geldi ve beraber eve yürük. Yolda tüm yazımızı planlamıştık ama daha eve varmadan annemle babam bizi bekliyorlardı valizler vardı ellerinde. Korkmuş bakışlarım vardı. Korktuğum olmuştu babam “Türkiye'ye gitmeliyiz.” demişti. Ben “Neden?” dediğmde babam biraz da üzgüncesine “Deden hastalanmış. Ölme tehlikesi altındaymış.” “Gitmeliyiz.” diye bitirmişti cümlesini. Kaçmak istedim, Sakura'ya baktım ve “Özür dilerim...” diyebilmiştim sadece ama ona bir sözüm vardı. “Bir gün yine yanında olacağım.””Söz veriyorum.” demiştim. Oysa bana “Görüşürüz.” dedi hafifçe gülümseyerek...
Tüm yol boyunca onu düşünmüştüm. Acaba bir daha görüşebilecek miydik? Bir daha Japonya'ya geri dönebilecek miydim? Türkiye'ye vardığımızda dedem hastanedeydi. Yanına giderken etrafıma baktım. Her şey yabancılaşmıştı, sanki buraya ilk defa geliyordum. Dedemin yanına gittiğimizde herkes oradaydı. Teyzem, eniştem, anneannem... Dedem ölmek üzereydi. Gerçekten çok üzgündüm, gerçekten. Bir ay sonra dedem öldü ve cenazesinde herkes ağlıyordu...
Bir yıl geçmişti. Bir ilkbahar günüydü ve her yer renk renkti. Uçaktan indim ve metroyla yolculuğum bittiğinde kiraz ağacı her zamanki güzelliğini koruyordu altında oturan Sakura gibi... -SON- Hikayem sonlanmıştır ancak Vol.2 de hikayem braz hatta bayağı bir değişecektir. Misal: Bölüm 1 Kiraz Ağacının altındayken Japonya'ya doğru oldu bunun gib bölüm eklemeleri ve takviyeler olabilir.
6
« : 01 Şubat 2013, 00:25:06 »
Tüm Bölümler+Final Bölümü Gölgedeki Rüyalar
Bu kitapta ilk bölüm bir günlük gibi kahramanımızın ağzından anlatılmıştır. İyi okumalar ^^
Bölüm 1:Sıradan Bir hayat
11/02/2034
“Ben Burak 13 yaşında bir ortaokul öğrencisiyim. Bugün, okulun ikinci döneminin ilk günü. Çok da değişik hissetmediğim bir gün...”
12/02/2034
“Okula Japonya'dan transfer olan bir kız geldi. Tam da dün gece rüyamda gördüğüm o yaralı kız gibi, açık sarı uzun saçları beyaz teninden aşagı inerek beline kadar geliyordu. Açık mavi gözleri ve derin bakışları çok garipti. O kız... Adı Otoroshi Yuu. İlk gününde yanıma oturdu. Araştırdım önce soyadları söylenir ve sonra chan(Kız), san(İkisine de geçerli), kun(Erkek) gibi ekler getirilirmiş. Ama yakınsanız sadece ismiyle Ya da isminin yanına chan vb getirilirmiş...”
13/02/2034
“Bu gün çok garip bir gündü. Dün gece de rüyamda gördüm o kızı. Ve bu sefer çok ağır yaralıydı. Bana “Yaa-Yardımm Et!” “Lüt-f-ffen.” dedi. Benimle ilk defa iletişime geçmişti ve ben onu ilk defa hissetmiştim. O, bugün okula gelmemişti ve bu beni şüpheye düşürmedi değil. Yarın onu takip edeceğim.”
NOT: Otoroshi Yuu aslında pek türkçe bilmiyor Burakla aralarındaki iletişimi Burak'ın iyi ingilizcesi sayesinde gerçekleşir. Yuu'nun da ingilizcesi iyidir. Tabii ki bu konuşmaları türkçe olarak size sunuyorum ^^.
14/02/2034
“Bu gün bir şey oldu. Otoroshi kendini okula tanıttı ve tam arkasını dönüp sahneden inecekti ki biri ona “Hey fıstık. Ara beni.” diye laf attı. O an kendimi tutamadan çocuğun suratının ortasına bir tane geçirdim. Orada onu parçalayabilirdim ama müdür beni alı koydu ve bu yüzden okuldan sonra cezaya kaldım. Dolayısıyla takip iptal oldu.”
15/02/2034
“AAAGGHH!!! Bugün arkadaşlarıma çok sinirlendim. Ben tam Otoroshi-chan'ı takip edecekken beni alıkoyarak “Hadi beraber yürüyelim kanka.” dediler bana... Yarın kesinlikle takipteyim.”
16/02/2034
“Dün onu takip ettim ama maalesef okuldan sonra onu biri arabayla aldı. Büyük ihtimalle annesiydi. Böyle giderse onu hiç takip edemeyeceğim.”
17/02/2034 “Bu gün o gün onu takip ediyorum şu an. Eve gidiyor gibi ama ama o-o-o da ne?...”
Bölüm 2: Gizemli Kız
O bir girdaptı. Kocaman aniden ortaya çıkan bir girdap.
Herşey uçuşuyordu. Sonra da Otoroshi-chanı içine çekti. Burak çok korkmuş gözlerle girdaba bakıyordu. Kaçsa mıydı? Aslında kaçmalıydı. Biraz bile düşünmeden girdaba atladı çünkü Otoroshi'yi orada bırakamazdı. Kendine geldiğinde Otoroshi orada yoktu. Etrafına bakındı. Yoktu yoktu işte. O an karar verdi. Cesur olacaktı. Ne kadar korkusu, şimdiye kadar kaçtığı şeyler, kişiler varsa hepsine göğüs gerebilirdi. Çünkü Otoroshi'yi sanki yıllardır tanıyordu, kendine yakın hissediyordu ama neden böyle hissettiğini bilmiyordu. Bunu öğrenecekti, ve yola koyuldu. Yürüdü yürüdü her şey yolunda görünüyordu. Taki Renk renk gülün, çeşit çeşit bitkilerin olduğu ve hatta değişik hayvanların yaşadığı bir ormana kadar. Bir saniye bu ormanda bir terslik vardı. Orman durmadan dönüyordu ama normal şekilde değil. Ağaçlar bir ters bir düz oluyordu. Çok garipti. Hemen atlamalıydı ormana. Hazırlandı, gözlerini kapadı ve atladı. Evet başarmıştı ama başı dönüyordu. Sanki düşecek gibiydi. Ağaçlarla birlikte ters dönüyor ama nedense düşmüyordu. Şimdi bunun sırası değildi. Zar zor yürüdü. O sırada karşısına garip bir kristal çıktı ve yanında bir not. Notta şöyle yazıyordu. “Ben Yuu bu senin yardımcı tılsımın. Onu iyi kullan.” Burak çok şaşırmamıştı bu olaylardan sonra bu tılsıma. Ama onu nasıl kullanacaktı?
“B-b-bu tılsım da ne?” diye düşündü Burak kendi kendine. O sırada tılsım yok oldu. Burak çok şaşırdı. Aniden tılsım tam omuzunda belirdi sanki yapışmıştı omuzuna. Sonra o normal sıkıcı okul kıyafetleri yerini siyah botlar, siyah havalı bir pantolon, arkasında etrafı ejderha çevrili bir daire olan bir cekete bıraktı. Ok, yay ve bir de hançer elindeydi. Oklar ışıktandı, lacivert ışıklardan. Simsiyah saçları parlıyor, yemyeşil gözleri ışıldıyordu o renkli yüzünde. Ama o not, onun birde arkası vardı. Onu görmemişti. Oradada “Çabuk ol. Az zaman var 3 günbatımı sonunda bu dünyaya karanlık çökecek. Çabuk ol.” yazıyordu. Hava kararıyordu. 2 Günbatımı kalmıştı ve o daha yolun başındaydı. Daha çok yolu var mıydı? Sadece yol mu? Zorluklarda çıkacaktı elbette ki karşısına. Yola çıktı ve tüm gece yürüdü. Çok yorulmuştu ama dinlenemezdi çünkü az zamanı kalmıştı. Ve gün doğuyordu ve gün doğumuyla her şey gün yüzüne çıkmıştı...
Bölüm 3: Gün doğumuyla Gelen Gerçekler
Önündeki neydi çözememişti. Gerçekten daha önce gördüğü Hiçbir şeye benzemiyordu. Ne?!!! O Burak'ın kız kardeşiydi. Ama çok değişikti. Onu tanımak çok zor değildi fakat yüzünde bir solgunluk vardı benzi atmış bembeyazdı.
“O-o da n-ne?” dedi Burak.
“Kablolar mı?” diye cevap verdi Burak'ın kardeşinin arkasında duran siyah biraz da uzun saçları olan, garip sesli adam.
“Evet.” dedi Burak.
“Kardeşini onlar dışında neyle kontrol edebilirim ki?” dedi adam.
“Seni, seni pislik.!!” diye bağırdı Burak. “Bunu neden yaptın. Onun sana ne zararı var. Sen nasıl bir insansın tabii insansan.” diye devam etti sözlerine.
“Üç kristal. Üçü de farklı düşmanlarda, yenmelisin bir kılıç kullanmadan. O zaman sende olacak kristallerden bir tanesi.” diye bir bilmece söyledi adam.
Burak çok zorlanmadan anladı neler olduğunu ve “Hadi başlayalım.” dedi kendinden emin bir sesle. O an dövüş başladı. O adam Burak'ın kardeşi Aslı'yı usta bir dövüşçüymüşcesine kontrol ediyor, Burak ise kardeşine zarar vermemek için sadece kendini kolluyor ve darbelerden kaçıyordu. Önce konuşmayı denedi ama kardeşi yanıt vermiyordu o zaman Burak'ın aklına adama saldırmak geldi ama ok veya kılıç kullanamazdı. Ona yaklaşıp yakın dövüş uygulamak imkansız gibiydi. Yayına bir ok taktı ve yayı iyice gerdi. Adam “Bana ok atabilirsin ama o zaman her şey son bulur.” dedi. Ama Burak okunu attı ama ıskalamıştı sanki ok ağaca isabet etmişti.
“Daha iyi nişancı olmanı beklerdim.” diye dalga geçen adamın kafasına ağacın dalının düşmesi adamı bayıltmıştı. Burak planının işe yaramasından memnundu. Adamın yanına gitti. Ne yapıp edip adamı yok etmeliydi. Oraya, buraya baktı. O an bir mantar gördü ve okuduğu bir kitapta yabani ortamlarda yetişen mantarların zehirli olabileceği yazdığını hatırladı. Mantarı alarak adamın ağzına attı ve adam kısa bir süre sonra uyandı. Burak çok korkmuştu her şey son mu bulacaktı? Adam mantarı yutuverdi aniden ve yüzünün rengi soldu. Siyah noktalara bölünüyordu adam. Yavaş yavaş yok oldu. En sonunda siyah bir kristale dönüştü ama kardeşi hala baygındı ama nedense yüzne renk gelmişti. Yanına gitti. Kristali bir ipe bağladı ve kardeşinin boynuna taktı. Onu kucağına aldı ve yoluna devam etti. Kendini suçlu hissediyordu. Çünkü daha geçen sabah kardeşine boş yere bağırmış hatta ona “Keşke kardeşim olmasaydın.” demişti. O tam bunları düşünürken karşısına Otoroshi çıkmıştı.
“O kardeşin mi?” diye sordu Otoroshi biraz da utangaç bir sesle.
“Evet. Kardeşim Aslı.” diye cevap vedi Burak.
“Onu kurtarmalısın yoksa ölür. Her iki dünya da da ölür. Sonrada tüm ailen teker teker...” dedi Otoroshi üzgün ama kararlı bir şekilde.
“Ne? Sen nereden biliyorsun bunları?” diye sordu Burak.
“Önce erkek kardeşim, sonra da annemle babam hepsi öldüler. Şimdide üçüncü düşman benim peşimde.” dedi Otoroshi.
“Ço-çok üzgünüm bunları bilmiyordum. Demek o yüzden Japonya'dan buraya geldin. Peki niye üçüncü düşman senin peşinde?” dedi Burak
“Çünkü onu yenemedim. Ama şimdi çabuk olmalıyız az zamanımız var bu arada bana Yuu diyebilirsin.” dedi gülümseyerek Yuu. (Bu Japoncada yakınık göstermek sadece ilk isimle hitap yakınlıkla ilgilidir.)
“Ta-mam sende bana Burak diyebilirsin.” dedi Burak.
Yola koyuldular tekrar yürüdüler yürüdüler. Kardeşi hala uyanmamış kucağında duruyordu Burak'ın. Yüzü yine beyazlaşmaya başlamıştı. Burak'ın içini bir endişe, bir korku kaplamıştı. Acaba kardeşi kötüleşecek miydi? Belkide ölecek miydi?
Bölüm 4: Düşman'ın Süprizi
Yürüyüş uzadıkça uzamıştı. Birden Burak'ın Annesiyle babası belirdi. Burak hemen kardeşini arkaya güvende olabileceği bir yere bıraktı. Yuu'yla birlikte annesi ve babasının yanına gittiler. Annesi “Oğlum hoş geldin. Biz de seni bekliyorduk.” dedi ve Burak'a yaklaştı babası ise o sırada arkada bekliyordu. Annesi Yuu'ya baktı, tedirgin olmuşa benziyordu. Sonrasında Burak'ın annesi Yuu'ya aniden saldırdı ama Yuu ona zarar vermek istemiyordu. Burak'ın annesi Yuu'yu savurup kenara fırlattı. Asıl amaçları Aslı'yı almak gibiydi ama Burak buna izin veremezdi. Annesine sarıldı ve annesinin ayağı kaydı. O sırada Yuu Aslı'yı alıp kaçacaktı ki daha bir adım atamadan Burak'ın babası Yuu'yu boğazından tutarak sıktı. Yuu nefes alamıyordu Aslı ise yere düşmüştü. Burak'la Yuu ne yapacaklarını şaşırmış birbirlerine bakıyorlardı. Annesi yerden kalkarken Burak'ı bacağından tutup yere düşürdü. Yuu ise Aslı'yı korumaya çalışıyordu. Aniden yere düştü nedeni neydi acaba ama sanki bayılmıştı. Burak'ın babası arkadan kafasına vurmuştu. Tam bayılmamıştı ama ayağa kalkamıyordu. Burak ise annesinden kurtulamamıştı. İkiside her şeyin bittiğini düşünürken bir bağırış duyuldu. O Aslı'ydı. Uyanmıştı ve ilk olarak “ANNEE!!!!” diye bağırmıştı. Bu bağırış annesinin kalbine kadar gitmişti ki Burak'ın annesiyle babası birer kuşa dönüşerek oradan uzaklaştılar ve arkalarında kırmızı bir kristal bırakmışlardı. Burak hemen Aslı'nın yanına koştu.
“İyisin. İyisin.” sözleri akan iki damla yaşın yanına çok yakışıyordu nedense.
“İyiyim ağbey, İyiyim.” diyen cevap ise daha fazla gözyaşıyla gelmişti. “Özür dilerim...” “Özür dilerim ağbey.” dedi Aslı ağlaması kesilmemişken daha.
“ Asıl ben özür dierim kardeşim.” dedi Burak ve yola koyuldular tam o sırada güneş battı. 1 Gün batımı kalmıştı.
Bölüm 5: Son Gün Batımı
1 gün batımı kalmıştıma her şey farklıydı. Artık yalnız ve sıkıcı yolculuklar yerini espiriler, gülüşmeler ve eğelenceye bırakmıştı. Hem Aslı da uyanmıştı. Yollarında Hiçbir engel yoktu bu eğelenceli grubun taa ki o Alexander denen çocuk ortaya çıkana dek. Cesur ve güçlü duruşlu, kahverengi saçlı çocuğun ilk sözü “Yolumdan çekilin.” olmuştu ve sonrada çekip gitmişti. Burak dışında kimse umursamamıştı onu ama Burak onun kendilerine karşı olursa tehlikeli olabileceğini düşünüyordu. Yine de kafasına çok takmamakta fayda olduğunu düşünerek boşvermişti. Yollarının sonu gülücüklerin olmadığı bir yerde bitiyordu. Gün batımı yaklaşıyor zaman daralıyordu ama son düşman ortalıklarda yoktu. Anıden bir fırtına koptu. Ve simsiyah bir silüet içinde gülücükler, siyahlığın içinde sahte gülücüklerle dolu bir çocuk yığını. Sanki onlar yenilen çocuklardı. Seçilen ve yenilen çocuklar, len, kaybeden... Savaş başlamıştı. Aslı'nın büyülü güçleri, Burak'ın zekası ve silah kullanma yeteneği ve Yuu'nun yakın dövüş ustalığı bu grubu çok güçlü yapmasına rağmen tedirginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Ama bu düşman yeni bir şey söyledi “Acı yoksa, Kazanmak da yok.” bu kurallarda bir değişiklik olduğunun belirtisi miydi? Burak okunu düşmana doğrulttu ve fırlattı ama nafile yaratığın ortasında bir delik açıldı ve ok oradan geçti sonra ise delik kapandı. Bu biraz kokutucuydu aslında. Yuu dayanamadan saldırıya geçti ama düşman onu yakaladı ve sıkmaya başladı aynı zamanda şunları söylüyordu “Haberim olmadan vurun beni. Hangimiz sinsiymiş şaşırtın beni.” Yuu'yu sıkmayı bırakıp onu bir kayanın üstüne fırlattı ve kafası kayaya çarptı.
“Yuuuuuuuuuu!!!!!!!!!!” diye bağırdı Burak. Yi bir arkadaşını kaybetmişti. Aslı da aynı tepkiyi verdi. Aslı o sırada iki kristali birleştirdi ve birleşen kristali canavara fırlattı. Yere değer deymez büyük bir ışık patlaması gerçekleşti. Canavar ölmedi fakat içindeki bazı gülümseyen yüzler kayboldu. Bu sırada Burak Yuu'nun yanındaydı ve onun ölmesini engellemeye çalışıyordu. Hem çok kızıyordu kendine hem de çok üzülüyordu. Ayağa kalktı ve canavarın karşısına geçti.
“Bana ne istiyorsan yap ama aileme ve arkadaşlarıma zarar verme.” dedi.
“Hıımm. Bunu hiç düşünmemiştim. Çok saçma, birden fazla ruh yemek varken neden sadece 1 tane.” diye bir cevap aldı Burak.
“Ne yapmalıyım o zaman?” diye bir soru yöneltti Burak. O sırada Alexander kocaman kılıcıyla canavarın arkasından saldırdı. Canavar yavaş yavaş öldü ve içindeki gülümsemeler dağıldı. Gün tam batıyorken olan bu olay karanlığı geri engellemişti ama Yuu hala ölüydü.
“Teşekkür ederim Alexander.” dedi Burak.
“Önemli değil. Ama arkadaşın öldü. Yani sana faydam dokundu sayılmaz.” diye cevap verdi Alexander.
O sırada Burak ve Aslı Yuu nun yanına gittiler. Kristaller oradaydı. Onları oraya gömdüler. Burak oradan hemen ayrılmak istedi herşeyi unutmak istedi ve o girdap yine göründü ve hepsi oradan çıktılar Yuu dışında...
“Bu gün okulda yanım boştu... Kendmi kötü hissettim. Alexander yanıma geldi ama oturmasını istemedim. Kendimi yalnız hissediyorum...”
Bir sonraki Pazartesi okula yeni bir kız gelmesi söz konusuydu ve bu olay gerçekleşti. Açık sarı uzun saçları beyaz teninden aşagı inerek beline kadar geliyordu. Açık mavi gözleri ve derin bakışları olan bir kız geldi okula. Yanına oturdu ve Burak'a “Burak, Sadece Yuu diyeilirsin.” demişti. Burak'ın gözleri açılmış Yuu'yu yanında görüyordu bu bir hayal miydi? Değildi değildi kristaller Yuu'nun kolyesindeydi. Burak çok mutluydu Alexander da.
-SON-
7
« : 31 Ocak 2013, 14:07:56 »
Merhaba herhalde çoğunuz beni tanıyorsunuzdur (Umarım) yinede söyleyeyim ben Jin-Tan ve bu aralar Picasa3 programıyla yaptığım çalışmaları paylaşmak istedim. İstekte bulunursanız seve seve yapabilirim. Yapılı olan çalışmalara isminizi de yazabilirim. Umarım beğenirsiniz. Bu aralar Hatsune takılıyorum. ^^ Bu da Chobits'den Chii Bu baya kötü oldu ama... Bu ilk çalışmamdı Öylesineler Shawk için yaptım ^^
8
« : 25 Ocak 2013, 11:59:13 »
Adı: Amnesia Tür: Romantik, Shoujo Bölüm Sayısı: 12 Kategori: TV Serisi
Konu 1 Ağustos sabahında, Heroine uyandığında geçmişiyle ilgili hiçbir anısının olmadığını fark eder. Kızın önünde bir çocuk belirir ve kendisini "Orion" isimli bir ruh olarak tanıtır. Heroine, Orion'la birlikte anılarını geri kazanmak için mücadeleye başlar. Bu sırada telefonu çalar ve ekrana baktığında telefondaki ismi tanımaz. Yüzünü tanımamasına rağmen görünüşteki "erkek arkadaşı" ile buluşur. Bu şekilde hikayemiz başlar... ~15.08.2014 Düzenleme & Güncelleme, Kizoku
9
« : 24 Ocak 2013, 10:50:31 »
10
« : 24 Ocak 2013, 10:48:23 »
11
« : 24 Ocak 2013, 10:42:13 »
12
« : 17 Ocak 2013, 20:18:41 »
Günün birinde, dünyada devasa bir delik açılır ve iblisler ortaya çıkar. Bu olay, bin sene önce kahraman Kureashion tarafından mühürlenmiş iblis kral Rukimedesu'nun geri dönüşünü haber vermektedir. Kahramanın soyundan gelenlerin öne çıkmaları ve çarpışmaları gerektiğine karar veren kralın çağrısına 75 kişi cevap verir. 45 numaralı kahraman (Aruba) ile sadist bir saray savaşçısı (Rosu) birlik olurlar ve serüvenleri de böylece başlamış olur.
13
« : 17 Ocak 2013, 20:14:16 »
Adı: Mangirl! Yılı: 2013 Türü: TV Serisi Bölüm Süresi:4 dakika Kategoriler:Komedi Bağlantılar:AniDB, ANN Yapımcılar:Dogakobo Bir grup kız, hiç deneyimleri olmamalarına rağmen bir manga dergisi çıkarmayı hedefler. Amaçları ise çıkardıkları manga dergisinin Japonya'da bir numara olmasıdır. Ancak deneyimleri olmadığı için bir sürü hata ve başarısızlıkla dolu anlar geçirirler. Ama yine de hergün çok çalışmaya devam ederler. Eğlenceli bir seri. Alıntıdır: MangaTr
14
« : 29 Aralık 2012, 15:33:27 »
4-panel komedi, shounen ve slice of life türlerindeki Kiniro Mozaic’in animesinin çıkacağı açıklandı. Kiniro Mozaic, bir Japon gibi görünse de, aslında İngiltere’den gelmiş ve İngiltere’yi özleyen Oomiya Shinobu’nun, bir gün İngiliz Alice’ten “Shinobu, Japonya’ya geliyorum!” şeklinde bir mektup almasını ve sonrasında ikisi İngiltere’den gelen, üçü Japon olmak üzere 5 kızın okul yaşamını konu ediniyor. Anime hakkında ayrıntılı bilgi Kirara Max dergisinin gelecek sayısında yer alacak. Alıntı: TürkAnime
15
« : 29 Aralık 2012, 15:31:41 »
Watashi ga Motenai no wa Doukangaete mo Omaera ga Warui! (Popüler Olmamam Nasıl Düşünürsem Düşüneyim Sizin Suçunuz!) mangası animeye uyarlanıyor. Watashi ga Motenai, otome oyunlarında 50 yıllık bir çıkma deneyimi edinmiş ve 100 erkekle çıkmış 15 yaşındaki Kuroki Tomoko’nun bir anda kendisine bakması ve gerçek hayatının oyunlardaki gibi olmadığını fark etmesine odaklı bir seri. Komedi, slice of life ve shounen türlerinde. Danshi Koukousei no Nichijou, Umineko no Naku Koro ni gibi mangaların da yayınlandığı GanGan Online dergisinde yayınlanıyor. Animenin çıkış tarihi veya seiyuular hakkında bir bilgi henüz bulunmuyor. Alıntı: TürkAnime
|