Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz
Mesajlar - Kızıl Şaman
1
« : 26 Haziran 2013, 09:15:52 »
Anime kavramını internette çok sık duyuyordum, ama 4 sene öncesine kadar ciddi bir şekilde ilgilenmemiştim. Sonra bi gün ilgimi çekti, fate stay night'a başladım. Onu iki günde bitirdikten sonra, fate'in içimde yarattığı boşluğu(Ne demek istediğimi izleyen anlar ) gidermek için naruto'ya başladım. Sonrasında da iyice animeci olup çıktım zaten
2
« : 28 Mayıs 2013, 10:35:43 »
Destan dedi hayatıma ya. Sizin hayatınız ne bir roman ne de kısa öykü olurdu. Detaylara o kadar düşkünsünüz ki sizin hayatınızı yazmaya kalksalar bu bir destan olurdu. Kaldı ki hayatınız hiç de rutin değil dolayısıyla bu uzun destan için bolca malzeme var diyebiliriz.
3
« : 27 Mayıs 2013, 11:36:29 »
1 dakikada kurgulayarak oluşturduğum tek bölümlük kısa bir hikayeyi paylaşmak istedim, umarım beğenirsiniz arkadaşlar. Aslında bu hikayeyi, bir arkadaşın manga çizmesine yardımcı olmak için yazmıştım, onun isteği doğrultusunda kısa ve ayrıntısız oldu. Hatta şu ana kadar yazdığım en kısa hikaye oldu Caddenin ortasında, yağmurun kaygan hale getirdiği yolun üstünde elinde parlayan kılıcı ve sırtında beyaz kanatları bulunan bir adam duruyordu. Adamın saçları beyaz renkteydi, gözlerinde bile bir renk yoktu hatta. Renksiz gözlerini, karşıya, düşmanının bulunduğu noktaya dikti. Düşmanıda baktı "Kuro!" dedi "Yeter artık, hemen bu saçmalıktan vazgeç! Artık başka bir geçit açacak gücün kalmadı!". Kuro, karşısındaki adamın yüz hatları ve vücud ölçüleri bakımından tamamiyle aynısıydı. Ama saçları tamamiyle siyahtı. Ve elindeki kılıcından da parlak bir ışık yerine, görenlerin içine kadar işleyecek soğuk bir karanlık vardı. Ve kanatları, kanatları beyaz değildi, tam aksine bir yarasanın kanatları gibiydi ve siyahtı.
Kuro yüzüne değen yağmur damlalarını hissedebiliyordu, artık daha fazla kaçamazdı. Kılıcını daha sıkı kavrayarak "Seni hiç anlayamıyorum shiro" dedi. "Neden her zaman insanları korumak zorundasın. Artık insanların doğasını anlamadın mı! Onlar bu evrendeki en değersiz varlıklar!". Shiro, karşısındaki kişiye yüzünde bir acıma hissiyle baktı. Shiro'nun görevi, zaman boyunca yaşamak ve insan oğluna tehdit oluşturabilecek varlıkları yok etmekti. Bu nedenle büyük güçlere sahipti. Ama görevi dolayısıyla insanlara çok yakın olduğu için bazı insani duygularda oluşmuştu içinde. İstediklerini yapmakta serbest olan insalara karşı kıskançlık, öfke, nefret gibi duygular hissetmişti. Kendisi cennetin emirlerine karşı gelemezdi, çünkü emirleri yerine getirmek için yaratılmıştı. Ama insanlar, doğduklarından itibaren binlerce günah işlemiş insanlar serbestti. Shiro buna bile zar zor dayanırken, zaman ilerledikçe, içi kararmış, yalancı, dolandırıcı insanlar yükseldiler. Kurumları, hatta devletleri yönetmeye başladılar. Yozlaşma gün geçtikçe arttı, cinayet, tecavüz gibi iğrenç suçları işleyenler sokaklarda serbestçe gezmeye başladı. Yalan söylemek doğal görünmeye başladı. Shiro'nun içindeki karanlık duygular öyle güçlü olmuştuki, sonunda kendine bir vücut ve bir bilinç kazandı. İşte Kuro'nun oluşumu böyleydi. Kuro insanlar'a olan nefretini çıkartmak için dünyanın her yerinde katliamlara başlamıştı. Ve Shiro'da onu durdurmak için sayısız kes Kuro'yla savaşmıştı. İşte, artık son savaşın zamanı gelmişi.
Kuro, Shiro'ya bakarak "Zaten şu ana kadar onlar için yeterince savaşmadın mı!" diye bağırdı. "Ama karşılığında ne aldın, hiçbiri senin ismini hatırlamıyor, hergün birbirilerini öldürüyorlar, geçen her saniye dünyaya daha da zarar veriyorlar, sence de artık yok olma zamanları gelmedi mi?"
Shiro gülümseyerek "Belkide haklısın" dedi. "Ama ben gene de onları savunmak istiyorum". Kuro bu sözü duyduğunda bağırarak kılıcını Shiro'ya doğru savurdu, ve ikisi etraflarındaki caddeyi harap edecekleri bir dövüşe başlamıştı. Shiro, Kuro'nun kılıç hamlelerinden kurtulmak için kanatlarını açıp uçtu, ama Kuro'da uçarak onu takit etmeye başlamıştı. İkilinin dövüşü havada devam ederken Kuro gülümseyerek "Biliyorsun, ben senin bütün güçlerine sahibim" dedi. "Bu dövüşü ikimizde kazanamayız. Boşuna gücünü harcıyorsun". Shiro yine yüzüne üzgün bir ifade yerleştirmişti. "Hayır dedi, "Eğer geçmişteki gibi savaşırsam yenemem, ama artık senin gücünü nereden aldığını anladım!". Bu sözler Kuro'yu şaşırtmıştı, Shiro ise sözlerine devam ediyordu. "Gücünü insanlara olan nefretinden alıyorsun" dedi. "Benim tek yapmam gereken bu nefreti yok etmek". Kuro bir kahkaha patlattı. "Çok yazık! Benim insanlara olan nefretimi yok etmen imkansız!".
Shiro gülümseyerek "Tam aksine" dedi, "Çok kolay, çünkü seni anlayabiliyorum. Bütün bu savaşlarımızdan sonra seni çok iyi anlayabiliyorum Kuro. İnsanlardan nefret ediyorsun, çünkü onları çok seviyorsun". Kuro'nun gözleri irice açıldı. "Sen delirmişsin" dedi, insanları sevmek mi?". Ama Shiro ona aldırış etmeden sözlerine devam ediyordu "İnsanları öyle çok seviyorsun ki, en kötüleri yüksek konumlarda halka emirler yağdıdığı için sinirleniyorsun. İnsanları öyle çok seviyorsun ki, böyle iğrenç bir toplumda isyan etmeden yaşadıkları için onlara kızıyorsun. Kuro, onlardan nefet ediyorsun, çünkü onları çok seviyorsun. Bunu sende biliyorsun kuro!". Kuro daha da sinirlenerek "Saçmalık" dedi. Ama vücudundaki gücün kaybolmaya başladığını, varlığının silikleşmeye başladığını hissedebiliyordu. Elleri titremeye başlamıştı. Shiro, kılıç tutan elini ağırca indirerek Kuro'ya yaklaştı. "Kuro" dedi elini onun omzuna koyarak "Sen de biliyorsun, beyaz ren çok çabuk kirlenebilir, ama ne kadar kirlenirse kirlensin asıl rengi hep beyaz olarak kalır". Kuro'nun varlığı yok olmaya başlamıştı. Shiro'ya bakarak başını yana eğdi. Gözyaşları yanaklarından aşağıya süzülüyordu. Tamamen yok olmadan önce ıslak gözlerle "İnsanlardan nefret ediyorum" dedi. Ve sonra varlığı bu evrenden silinmişti. Shiro boş gözlerle az önce Kuro'nun bulunduğu yere bakarak "Merak etme Kuro!" dedi. "İnsanlar ne kadar kötü olursa olsun, her seferinde işleri düzeltmenin bir yolunu bulabiliyorlar"...
4
« : 24 Nisan 2013, 12:34:19 »
5
« : 09 Şubat 2013, 17:47:35 »
2.bölümün de çok güzel olmuş. Baya da konu ilginçleşmeye başladı. Devamını bekliyorum.
Teşekkürler, beğenmene sevindim. Devamını en yakın zamanda yazacağım.
6
« : 09 Şubat 2013, 17:09:20 »
Uzun süre sonra birşeyler yazdığım için biraz kötü olabilir. Ayrıca biraz hızlı yazdığım için yazım hatalarımda çok olabilir. Onun için şimdiden özür diliyorum. Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Kio tüm hızıyla koşuyordu. Kafasında tek bir düşünce vardı; Eve ulaşmak. Kafasında hiçbir soru yoktu. Sokaklardan geçerken, etraftakilerin ona bakışlarını umursamadı, yada yolun karşısına geçmek için yaya geçidini kullanmak yerinine yolun ortasına atlayarak bütün trafiği karıştırmasını... Tek amacını gerçekleştirmek için vargücüyle koşuyordu sadece.
Kısa süre sonrada evinin önüne gelmişti. Endişeli bir şekilde kapıyı açıp eve girdi. Gözlerini oturma odasına dikti. İşte! Kız kardeşi oradaydı, tam karşısında, ve onun yanında tanımadığı uzun boylu ince yapılı bir adam. Adam kısa sarı saçlara ve büyüleyici denilebilecek kadar derin, yeşil gözlere sahipti. Beyaz ve soluk teni, sıska vücudunu ortaya çıkartıyordu. Kio'yu görünce gülümseyerek elindeki çay fincanını masanın üzerine bırakarak kibarca gülümsedi. "Ah! Kio-kun, demek sonunda gelebildin".
Kio adamı duymazdan gelerek kızkardeşine baktı. "Akane, sen iyi misin?". Akane, abisinin umursamaz karakterinin aksine, nazik ve sevecen bir karaktere sahipti. Abisi gibi Turuncu saçlara vede yeşil gözlere sahipti. Boyu neredeyse abisiyle aynıydı. Yanyana durduklarında ikiz gibi gözüküyorlardı.
Akane, abisine şaşkınlıkla baktı. Terden dolayısıyla tamamiyle sırılsıklam olmuştu. "Tabiki iyiyim abi. İyi olmamak için bir sebep mi var?" dedi. Sonra sarı saçlı adama doğru bakarak "Üzgünüm Kanda-san, şimdi abimle ilgilenmem gerekiyor" dedi. Kio, sarı saçlı adama nefretle bakarken, kız kardeşinin şefkatli ses tonunu kulağında hissetti. "Abi, lütfen üzerindekileri çıkart ve banyo yap, ben senin için yeni kıyafetler hazırlayacağım". Kio gözlerini sarı saçlı adamdan ayırmayarak "Tamam, daha sonra yaparım, ama şimdi Kanda-san -bu kısmı şüpheli ve birazda dalga geçer bir tonda söylemişti- ile biraz konuşmak istiyorum. Ama Akane buna izin vermemişti. "Hayır, hemen banyo yapmalısın. Hasta olmak istemezsin değilmi?". "Ama.." diye itiraz etmek istedi Kio. Ancak Akane kararlı bir şekilde "Eminim Kanda-san sen banyodan çıkana kadar bekleyebilir".
Bu sözlerin hemen ardından sarı saçlı adam başını onaylar nitelikte sallayarak "Tabiki beklerim" dedi. "Bu sırada, kızkardeşinin yaptığı lezzetli kurabiyelerden biraz daha yiyebilirim böylece". Bu sözlerden sonra yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı.
Kio her ne kadar istemeyerekte olsa banyo yaptı. Kızkardeşinin onun için hazırladığı elbiseleri aldı. Saçlarını da kuruladıktan sonra sarı saçlı adamın karşısına geçti. Sarı saçlı adam "Ah! Görüyorum ki konuşmaya hazırsın Kio-kun, istersen dışarıda konuşalım. Böylelikle kızkardeşin konusunda bu kadar endişelenmen gerekmez". Kio başını sallayarak "Akane!" diye bağırdı mutfaktaki kardeşine. "Biz bir süre için dışarı çıkıyoruz. Merak etme, hemen döneceğim". Sonra onun cevabını beklemeden dışarı çıktı.
Yanındaki adamla beraber bir süre yürüdüler. Evden yeterince uzaklaştığına karar verdiğinde adama baktı. "Sen Crow musun?" dedi. Sarı saçlı adam gülümseyerek "Lütfen, sen bana Kanda-kun diyebilirsin" dedi. "Ama diğerlerinin bildiği isimle söylemek gerekirse, Evet, Crow benim". Kio yumruğunu sıkarak sertbir şekilde ona vurmayı düşündü. "Lütfen Kio-kun" dedi Crow. "Şiddete hiç gerek yok". Kio gözlerini irice açtı. "Sen... Sen benim zihnimi mi okudun?". "Bu yeteneğin sadece sende olduğunu mu düşünüyordun?" diye yanıtladı Crow. Sonra gözlerini gökyüzüne, yıldızlara dikerek "Buraya senden bir ricada bulunmak için geldim". Kio şaşırmıştı. "Rica mı?". Bu sırada, karanlıkta kendilerine doğru ilerleyen iki silüet gördü. Akşamın karanlığını yaran iki kız Kio'nun önünde durdu. Kızların ikiside beyaz bir üniforma giyiyordu. Pembe saçlı kız, yaşça Kio'dan büyük görünüyordu. Vücudu, onun tam anlamıyla olgun bir kadın olduğunu gösteriyordu. Onun yanındaki kız ise uzun boyluydu. Saçları mavinin koyu bir tonuna boyanmıştı. Gözleri ise kırmızıya yakın bir renk tonundaydı. Kızın elinde uzun bir katana vardı. Kio onların ne düşündüğünü okumaya çalıştı ama başarılı olamamıştı.
Kızlar Kio'nun önüne geldiklerinde durdular. Bu sırada Crow, gözlerini Kio'ya dikerek "Kio-kun! Crow ünvanını devralarak benim yerime geçmek ister misin?" diye sordu. Kio sorunun şaşkınlığını yaşayamadan önündeki iki kız diz çökerek Kio'ya baktı. Aynı anda konuşmaya başladılar "Crow-sama. Bundan sonra hayatımız, düşüncelerimiz,kılıcımız, yeteneklerimiz, hepsi sizindir! Crow-sama'nın amaçları, bizim amaçlarımızdır!"...
7
« : 09 Şubat 2013, 14:35:14 »
Çok güzel yazmışsın. Umarım aynı kaliteyle devam ettirirsin..
8
« : 05 Ocak 2013, 18:29:06 »
İlk iki Natsu ve Erza, bir oy hakkı daha olsaydı Lucy'e verirdim...
9
« : 31 Aralık 2012, 16:41:46 »
Fanfiction yarışmasına katıldığım hikayenin konusunu burdan açarak hikayeye devam etmek istiyordum. Konuyu bu gün açmak nasip oldu. İlk bölümü buraya koyuyorum. İkinci bölümünü yazmaya şu an için sağlığım el vermiyor. Allah'ın izniyle iyileşirsem hikayeyi devam ettireceğim... Yazardan Okuyucuya; Arkadaşlar, biraz uzun bir hikâye olduğunu biliyorum. Ama en kısa bu kadar yazabilirim. Bir de, sizden gerçekten okumanızı rica ediyorum. Oy vermeseniz bile, okuyup nereleri beğenmediğinizi belirtmeniz benim için çok önemli. Son olarak, hikâyeyi böyle bitirmemin nedeni, çok bölümlü bir hikâye olarak planlamam. Yani beğenirseniz devamı gelecek…
Not; Renkli yazıyla yazılmış kısımlarda, ana karakter okuyucuya seslenmektedir…
1.Bölüm; Kiraz çiçeği ağaçlarından dökülen pembe yaprakların kapladığı yolda bir öğrenci, tüm hızıyla koşuyordu. Ağzındaki kızarmış ekmeği ve dağınık turuncu saçlarıyla okula yetişmeye çalışıyordu. Okulun kapısından hızla geçti ve ağzındaki son parça ekmeği de yutup, elinin tersi ile dudağının kenarındaki kırıntıları sildi. Okul binasına girdikten sonra merdivenleri ikişer ikişer atlayarak ikinci kata çıktı. Sonra bir sınıfın kapısının önünde durdu ve kapıyı hızlıca açtı. Öğretmen çocuğa sert bir bakış atarak “Yerine geç Takehama!” dedi.
“Merhaba! Ben Takehama Kio. Doğu Fuwaka Lisesi, 2-3 sınıfı öğrencisi. Turuncu saçlı, açık yeşil renginde gözlere sahip, ortalama boylarda sıradan bir Lise öğrencisi… Tamam! Son kısım yalandı. Pekte sıradan biri sayılmam aslında…”
Takehama sessizce yerine oturdu ve çantasından kitabını çıkartarak sırasının önüne koydu. Sıkıcı geçen dersin son dakikalarına gelindiğinde, öğretmen masasının üzerinde duran kâğıtları alarak öğrencilerin sıralarının üzerine koymaya başladı. Bunlar, geçen hafta olan İngilizce sınavının sonuçlarıydı. Öğretmen sınav kâğıtlarını sıraların üzerine koyarken, biryandan da sonucu okuyordu. Sawada;75, Ayoshi;67, Kurono;70, sıra Kio’ya geldiğinde öğretmen gözlüğünü hafifçe indirerek ona baktı. Kio ise çok rahattı. Başını sıranın arkasına yaslayarak “Sensei, benimkini söylemenize gerek yok” dedi. “Nasıl olsa herkes kaç olduğunu biliyor”. Öğretmen bu söze bozulduğunu belli eden bir şekilde Kio’nun sınav kâğıdını sıranın üzerine koydu, “Takehama;100” derken memnuniyetsiz bir tavırla. Sınıftaki herkes Kio’ya baktı. Okulda şu ana kadar olduğu tüm sınavlarda aynı notu almıştı Kio. Ayrıca arkadaşları onu hiç ders çalışırken görmemişti. Bu nedenle sınavlarda nasıl bu kadar yüksek not aldığını herkes merak ediyordu. Öğretmenleri ona, daha iyi bir Liseye gitmesini önermişlerdi. Ama Kio, bu önerileri hiçe saymıştı. Okulda ona Dahi denilmeye başlanmıştı artık. Öğrencilerin bakışları hala Kio’nun üzerindeyken, Kio hemen yanındaki Kanea Daichi’ye baktı. Altın sarısı saçları ve mavi gözleriyle, okulun en yakışıklı çocuğu olan Daichi, Kio’nun en yakın hatta tek dostuydu. “Sen kaç aldın?” diye sordu ona doğru eğilerek. Daichi kâğıdını Kio’ya gösterdi. “55” dedi sırıtarak. Kio gülmemek için ağzını kapattı. Daichi onun kulağına eğilerek “Sendeki yetenek bende olsaydı, emin ol bende her sınavdan 100 alırdım” diye fısıldadı sinirli bir şekilde…
Son ders saatine gelindiğinde sınıftaki herkes yorgundu. Dersin ne zaman biteceğinden başka bir şey düşünmüyordular. Daichi ve Kio boş gözlerle tahtada bir şeyler yazan öğretmene bakıyordu. Aynı anda ikisi de cep telefonlarının titrediğini hissettiler. Kio öğretmene görünmeyecek bir şekilde telefonunu cebinden çıkarttı ve baktı. Bir mesaj gelmişti. Kio mesajı açtı. Mesajda “Yer; Fuwaka bölgesi, Kondou Caddesi. Görev; 20 kişilik Kuro takımı. Görevli Birlik; Fuwaka Doğu Timi. Başarılar, Crow…” yazıyordu. Daichi ve Kio, birbirilerine baktılar. İkisi de aynı mesajı almıştı. Kio arkadaşına bakarak “Anlaşılan bu akşam da eve erken dönemeyeceğiz” dedi. Daichi ise bunu başıyla onaylamakla yetindi. Kio önüne dönerek “Kız kardeşim bu sefer beni kesin öldürecek” diye mırıldandı…
“Size Normal bir öğrenci olmadığımı söylemiştim. İşin gerçeği, bazı psişik güçlere sahibim. İnsanların düşüncelerini okumak gibi mesela. Ve bu güçler sadece bende değil, Daichi’de de var. Onun yeteneği ateşi kontrol etmek. Bu yetenekleri nasıl kazandığımıza gelirsek, inanın onu bende bilmiyorum. Sanırım ortaokula giderken başladı bu yeteneği kullanmam. Daichi’nin durumu da aynı. Onunda yeteneklerini nasıl kazandığı hakkında en ufak bir fikri yok. Ah! Ama bilen birini tanıyorum. Crow denen şu adam. Bize durmadan telefondan emirler yağdırarak bizi yöneten, bütün psişikleri bir araya toplayan adam. Japonyadaki bütün psişikleri bulabilen bir adam. Bizi bir araya getirdi ve birliklere ayırdı. Böylelikle, Psişikleri yani bizleri avlayan gizli hükümet askerlerine karşı savaşımız başladı. Ve bizde bu savaşın içinde yerimizi aldık. Hayatta kalmak için, Kuro adını taktığımız, hükümetin kurduğu özel birliklere karşı savaşıyoruz. Ve bu savaştan Normal insanlar habersiz. Biz neredeyse her gece sokaklarda katliam yaparken, onlar günlük yaşantısını devam ettiriyor. Tabii şimdilik, çünkü gelecekte işler çok değişecek. Güvenin bana… Bu arada bir de şu Crow konusu var tabii. İnanın bana o adamı bir elime geçirsem, bizi bu saçma işe bulaştırdığı için yapmadığım işkence kalmayacak ona. Ama bunlar şu an için önemli değil tabii. Neyse, siz konudan fazla sapmadan ana hikâyeye dönün…”
Saat; 20.05, Yer; Fuwaka Bölgesi, Kondou Caddesi…
Kio ve Daichi kimsenin kullanmadığı eski ve dar yollardan geçerek sonunda Kondou Caddesine varabilmişti. Buraya girmeleri, etrafı güvenlik şeridiyle kapayıp, caddenin olduğu bölgeye girişi yasaklayan polis ekipleri nedeniyle oldukça zor olmuştu. Bölge tamamiyle boşaltılmıştı, polisler bu bölgede bir gaz sızıntısı olduğunu söylüyordu. Ama bu halka gösterilen nedendi. Asıl neden, psişik güçler kullanan bazı insanların bu bölgede olmasının bilinmesiydi. Kio ve Daichi, bu nedenle gizlice girmişlerdi. Caddede biraz yürüdüler. Hava karanlıktı ve caddedeki hiçbir sokak lambası yanmıyordu. Daichi, avucunun içinde küçük bir alev oluşturdu. Kio ise etrafa bakıyordu. İkisi de biraz ilerledikten sonra, birileri tarafından gölgelerin içine çekildiklerini hissettiler. Kio karşısındaki kızın suratına baktı. “Gerçekten geri zekâlısın Takehama” dedi kız. “Etrafta bizi öldürmek için dolaşan Yirmi kişilik bir birlik var ve sen elini kolunu sallayarak ortalıkta geziyorsun. Salaklığın sınır tanımıyor”…
“Bu kız, Kaede Ayame, bizim gibi bir Psişik. Kızıl saçlı, kahverengi gözlü, ideal vücut hatlarına sahip, maalesef aynı yaşta olmamıza rağmen benden biraz daha uzun boylu, kaba, görgüsüz biri. Kendini bizim liderimiz sanan bir deli, vesaire vesaire… Onu anlatmaya devam etmeye gerek yok, tamamiyle zaman kaybı hatta. Bu nedenle hemen hikâyeye geri dönüyoruz.”
Kio, Daichi’ye dönerek “Daichi, sanırım öldük ve cehenneme gittik” dedi. “Karşımda bir şeytan görüyorum”. Son cümleyi söylerken, gözlerini Ayame’ye çevirmişti. Ayame sinirlendiğini belli etmeden diğerlerine baktı. “Evet, gördüğünüz gibi, bu akşam sadece beş kişiyiz” dedi. “Ve karşımızda yirmi kişilik bir birlik var. Şimdi herkes Ayame’nin etrafında toplanmıştı. “Planımız basit. Daichi ve Taro, ateş kullanıcıları olarak saldırıyı gerçekleştirecekler. Ben rüzgâr kullanıcısı olarak bu işe yaramaz Takehama’yı koruyacağım. Ve Yukio gerektiği zaman su kullanıcısı olarak saldırı timine destek olacak. Takehama, sende o işe yaramaz gücünle, çarpışma sırasında düşmanın zihnini oku ve planlarını telepati yolu ile bize ilet”. Takehama isteksizce “Tamam” dedi. “Senin gibi bir şeytan tarafından korunmak kendimi hiç güvende hissettirmiyor ama yapacak bir şey yok…”. Sonra diğerlerine döndü. “Planınızı yaptıysanız başlayalım artık, sıkılmaya başladım burada”. Herkes başını salladı…
Yaklaşık on dakika sonra…
“Beceriksiz Takehama! Hala zihinlerini okuyamadın mı adamların” diye bağırdı Ayame. Bu sırada, oluşturduğu rüzgâr duvarı ile düşmanlarının silahlarından çıkan mermileri durdurmaya çalışıyordu, Yukio da ona destek oluyordu. Bu sırada yakınlardan büyük bir patlama sesi yükseldi. Sonrasında ise, Kio, kendisine doğru koşan Daichi’yi gördü. Onunda peşinde askerler vardı. “Lanet olsun” diye bağırdı Daichi. “Adamların alev geçirmez elbiseleri var. Bi türlü durduramadık onları. Taro’yu yakaladılar. Çabuk ol Kio, şu adamların zayıf bir yanını bulmamız lazım!”. Geçen her saniye, Kio’nun üzerindeki baskıda artıyordu. Bir anda beyninde bir titreşim hissetti. Gözünü bir anlığına kapattı. Diğer herkes, aniden beyinlerinin içinde Kio’nun sesini duydular. “Yukio!” dedi. “Yuikio, suyu buza dönüştür”. Yukio şaşırdı. “Buz mu? Bunu hiç denemedim ki!” diye bağırdı. Kio, diğerlerinin zihnini içinde konuşmaya devam ediyordu. “Sorun yok sadece suyu hayal et, ama bu sefer her zamankinden farklı olarak, sıcaklığını biraz daha düşük hayal et ve onu yönlendir. Düşmanın kıyafetleri, ani ısı değişikliğine dayanıklı değil, işe yaramaz hale gelecekler, sonrasını Daichi ve Ayame halleder”. Yukio başka çaresi olmadığı için Kio’nun dediklerini yapmaya karar verdi…
On dakika sonra…
Dört kişi, polisleri kolaylıkla atlatmış ve halkın arasına karışmıştı. Bir kayıp vermişlerdi bu gün. Yani sayıları dörde inmişti. Uzun zamandır savaştıkları için bu normaldi. Bir yıldır savaşıyordular. Başlangıçta sayıları çok olsa da, zamanla bu kadar kalmışlardı. Kuro ekipleri tarafından tutuklananlara ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Ama iyi şeyler olmadıkları kesindi. O nedenle, bu dörtlünün de tutuklanmaya hiç niyeti yoktu. Dörtlü caddede yan yana ilerlerken aynı anda telefonları çaldı. Hepside mesajın kimden geldiğini biliyordu. Telefonlarını açarak gelen mesajı okudular. Kio hariç hiçbirisinin yüzündeki umutsuzluk ve yorgunluk ifadesi gitmedi. Kio’nun gözleri irice açılmıştı. Gelen mesaja bakakaldı bir süre… “Takehama Kun, 50. savaşından da canlı çıktığın için seni kutlarım. Güzel bir zaferdi. Bu arada, kız kardeşin çay yapmakta gerçekten çok başarılı. Ayrıca çok terbiyeli ve sevimli bir kız. Senin arkadaşın olduğumu söylediğimde beni hemen eve davet etti. Bize katılmak ister misin? Eğer istersen çabuk ol ve kimseyle konuşmadan eve gel, Crow…”
10
« : 18 Aralık 2012, 16:17:52 »
Gerçektende ölümlerde hissedilen duygu azalmaya başladı. Neji gibi bir karakterin ölümü çok basit oldu bence. Eh artık animede izlediğimiz zaman bişeyler hissederiz heralde. Ama o zamana kadarda beklemek var...
11
« : 12 Aralık 2012, 16:08:13 »
Hinata....
12
« : 09 Aralık 2012, 15:43:16 »
Eren ve Mikasa'yı animede görmek, beklemeye değer bence...
13
« : 04 Aralık 2012, 02:08:49 »
İlla bir çift olacaksa ben Nami ve Luffy taraftarıyım. Luffy gibi bir taş kafayı ancak Nami adam eder
14
« : 03 Aralık 2012, 10:05:04 »
Bu resimleri daha yeni gördüm. Ama hepside çok iyi olmuş. Hatta çok iyi demek biraz az kalır... Çizim yeteneğine hayran oldum diyebilirim. Kendimi NeverSoft fanı ilan etsem yeridir yani.
15
« : 03 Aralık 2012, 04:24:40 »
Çizimlerinin hepsi çok güzel. Gerçekten çok yeteneklisin sanırım bu konuda. Ama bence 1. 4. ayrı bi güzel olmuş. Diğerlerinden daha çok göze çarpıyorlar..
|