Elimi çeneme dayamış bir halde tahtayla doğrudan göz teması kuruyordum,ne kimseyle konuşuyor,ne de sıraya bir şeyler karalıyordum.Ama dersi de dinliyor sayılmazdım.Dünyayla bağlantımı kesmiş bir halde hayaller alemine dalmıştım.Hayallerim beyaz tahtada görünüyor gibiydi.Ta ki İngiliz Edebiyatı öğretmenimiz beni pegasuslarla dolu muhteşem toz pembelikte dünyamdan gerçek dünyaya çağırana dek.
“Evet Bayan Kanade?” kadının kahverengi,akbabanın bakışlarını andıran gözleri üzerime dikilmişti.
“Ah,ben…” diye mırıldandım,bu sırada beynim gerekli yeterlilikte bir cevap bulmaya çalışıyordu.Sulanmış gözlerimi kadına odaklayarak ona en popüler bakışlarımdan birini,acıyın bana’yı attım.Kadın tepkisizce bana bakmaya devam ediyordu.
“Evet?Cevabınızı duyamadım”
Gözlerimi çok da dikkat çekmeden sınıfta dolaştırdım,Kaori bıyık altından gülüyordu,diğerleri de vereceğim cevabı bekliyorlarmış gibi pür dikkat kesilmişlerdi.
Sessizce iç çektim.Hayat bu kadar berbat işte.Ciddi olmak gerekirse,küçük düşürülmeye oldukça alışkınım,ama yepyeni bir ortamda da bunu yaşayacağımı düşünmemiştim.
“Soruyu tekrar alabilirmiyim?” her perdede sesimin tonu daha da incelerek hocaya döndüm.Kısık gülüşler doğrudan kulağıma geliyordu.Bu duruma harika bir kelime buldum:Lanet olsun.
Kadın gözlüklerinin arkasından beni delmeye çalışıyor gibiydi.Sert bakışlarını tahtaya yönlendirdi.Bir an için tahta ortadan ikiye yarılacak sandım.Ama bunu aksine tahtaya bazı notlar karaladı.
“Froust neden ruhunu Mefistotoles’e sattı?Bunu bilen biri var mı?”beklentiyle sınıfa döndü,ama gözlerinin bende olduğunu gayet de net görebiliyordum.Ve neden bahsettiğine dair hiçbir fikrim yoktu.Froust?Kimdi o,şu yabancı sanatçılardan birinin vokali’mi?
“Çünkü hırslıydı.Ve o dileklerini gerçekleştirebilmek için-“ bir kız buğulu,binlerce cam parçasının aynı anda çıkardığı tını gibi bir sesle konuşunca,herkes bu egzotik sesin sahibine döndü.Ben de öyle.Kızın uzun,bir bakış attığınızda bile canınızın yanmasına sebep olacak keskinlikte ve düzlükte,simsiyah saçları vardı.Siyah gözleri doğruda Bayan Cynthia’ya çevrilmişti.Ama nedense,çok saçma bir hisle,kelimeleri bana ithafen gibi hissediyordum.”- her şeyi yapardı” dedi sözlerini tamamlayıp,yerine oturarak.
“Doğru,Serena.Froust iflah olmaz bir günahkardı.İnsanlar sınırlarını bilmelidir,ve ayrıca – “
Birden ayağa kalktım,bedenen bunun farkında olsam da,ruhum hala oturuyor gibiydi,bir an için dizlerimin bağı çözülmüştü.”Bir şeyi bu denli istemek,günahmıdır?” dedim sessizce,bu da sınıfın sorarcasına gözlerle bana dönmesine sebep oldu.
Bayan Cynthia şaşırmış gibiydi.”Eh,” diye başladı cümlesine.”Sen hiç ruhunu şeytana satabilecek kadar tutkulu bir isteğe sahip oldun mu?”
Kaşımı kaldırdım,”Ya olsaydım?” dedim sesimi yükselterek.Mantıklı tarafım kadının dediği cümleyi doğru buluyordu,ama ah tanrım,az önce deli ve pervasız Aurelia serbest kalmıştı.Artık konuşmadan duramayacaktım.
“Eğer gerçekten de,seni bu denli sefilliğe sürükleyebilecek bir isteğin olsaydı,ona karşı koymalıydın.Froust gibi günahkarlar,aslında iradesi güçlü olmayan insanlar demektir” dedi Bayan Cynthia,giderek bana yaklaşarak.
“Ama aslında bu adamın,yani Froust’un tek isteği,dileklerini gerçekleştirebilmek değil miydi?yani onun dileği,dileklerini gerçekleştirebilmek için,bir şeyler dileyebilmekti” dedim inatlaşmayı sürdürerek.
Neden bu şekilde konuya bodoslama daldığım hakkında,yemin ederim ki hiçbir fikrim yok.Froust’un daha kim olduğunu bile bilmiyorum,kağıttaki mürekkeple canlanmış bir adamı ne diye savunuyorum ki?
Belki de Froust,bir an için gözüme ben gibi gözükmüştür.
Kadın gerçektende bu konuyu düşünüyor gibiydi,en sonunda başını salladı.
“Bu da olmuş olabilir.Gerçeği yalnızca Froust biliyor olabilir değil mi?Neden ona sormayı denemiyorsun?” kıkırdaşmalar üzerine kadın ellerini çırptı.Çalan zili vurgulamak istercesine,ders bitti diyerek sesini yükseltti.Sinirli bir şekilde saçlarımı karıştırdım.
“Hey,belki de Froust’la çok yakın arkadaş olursunuz.İyi yanından bak” dedi yürüyen jöle kutusu,tepemde korkuluk gibi dikilirken.Derin bir iç çektim.
“Peh,belki de sen onla takılmalısın.Seni dinleyecektir.Ne de olsa o bir günahkar” dedim sesimi kalınlaştırarak.Başımı tekrardan kollarımın arasına gömmek üzereyken Kaori işaret parmağıyla alnıma vurunca,tek gözümü sorarcasına ona diktim.
Ellerini ceplerine sokarak gülümsedi.”Bana kalırsa Froust’un bile aklına gelmemiş teoriler yürüttün.Kitaplar canlıdır.Belki de sayfalarda gerçektende senin dediğin gibiydi,ama sonra kitap kendini değiştirdi”omuz silkince alayla güldüm.
“Cartoon Network’ü sabah sabah biraz fazla kaçırmışsın,Bay Jöle.Kitapların canlı olması mümkün değildir” diye yanıtladım onu,tersçe.
Kaori tekrardan omuz silkti.”Bunu kimse bilemez.Kendi sonunu kendisi yazan kitaplar var olabilir.Her kitap mutlu sonla bitiyor,değil mi?”
“Her kitap değil” diyerek karşı çıkmaya çalıştım ama lafı ağzıma tıkadı.
“Belki de kaderlerine kendileri karar veriyorlardır”beklentiyle yüzüme döndü.
Gözümü devirerek ona döndüm,”Belki de kafein’i fazla kaçırmışsındır”dedim alayla.
Kaori yüzünü buruşturarak çevresine bakındı,”pekala” dedi sessizce.”Acıktım.Sandviç almaya gidiyorum” saçlarını karıştırarak bana baktı,omuz silkerek karşılık verdim.
“Ne yani,ben de mi geliyim?”
Öylesine şiddetli bir şekilde öksürdü ki geri çekilme ihtiyacı hissettim.Pis sırıtışına bakılırsa bayağı bayağı benle dalga geçiyor.
“Hayır,cincüce boyundaki tek gözlü kızlarla ilgilenmiyorum.Özellikle de şapşalsalar” gözlerini benim yapmış olduğum gibi devirerek yanımdan ayrıldı ve bir başka sıraya yöneldi.Tekli sırada sarışın,Miss America sanılacak derecede güzel bir kız vardı.Tam olarak ne kokusu sürdüğüne dair hiçbir fikrim yok,ama buraya kadar geliyordu.Belki de banyoya parfüm akıtmıştır.
“Merhaba,ben Kaori” dedi elini uzatarak kıza,çaktırmadan bakışlarımı o tarafa doğru yönlendirmiştim.Sanki onu izlediğimi biliyormuş gibi,abartılı bir şekilde 32 dişini birden sergiliyordu.
“Ben de Amane” diye cevapladı kız onu,havalı bir şekilde.Sarı saçlarını arkaya atarak sırıttı.O gülüşü kolumun tersiyle yüzünden silmek için neler vermezdim…
“Eh,şuan tanışmış olduğumuza göre,benimle kafeteryaya gelirmisin?” Kaori hala gülümsemeye devam ederek kızı süzüyordu,kız başını sallayarak ayağa kalktı.
Yanımdan geçerlerken Bay havalıyım-ben durup bana döndü.”Geliyormusun,Kanade?”dedi vurgulu bir ses tonuyla.Bir dakika,niye birden soyadımı kullandı ki?Bu kadar resmi olduğumuzu hatırlamıyorum.
“Ah,hayır,Takigawa,teşekkürler” dedim onun yüzünde dondurmayı başardığım gülümsemenin farkında olarak,keyifle.Onlar giderken kendimi tutamayıp ekledim: “Dikkat edin de kafeterya’da başınıza bir şey gelmesin…Belki de birisi ekmeğinizin arasına hamam böceği falan koyar…” sırıtarak önüme dönerken birden bir kız suratıyla karşı karşıya geldim.
“O biri sen misin?” dedi kız sessizce.
“Eeee-“ kızın neden bahsettiğine kafa yorarken,bir yandan da giderek daha fazla geriye gidiyordum.
“Diyorum ki,bence sen Amane’den pek de hoşlanmadın” kız şaşkın suratıma bakarak yüzünü buruşturdu.
“Eh,ben-“ kızın yorumunun doğruluğuna aldırış etmeden,onu süzmeye başladım.Simsiyah gözleri üzerime kilitlenmişti,melodik sesinden ve de hafızalardan çıkmayacak denli dikkat çekici tarzından onu hemen hatırlamıştım.Derste konuşan kızdı bu,aklımda iyi yer etmiş doğrusu.Oldukça Japon balığı hafızalı biriyimdir.
“Belki de Kaori’yi çekici bulmuşsundur.Ama onu sana tavsiye etmem.Yui nasıl bu arada?” dedi kız,soluksuz konuşmaya devam ederken.
Sırtımdan aşağı bir ürperme geçti.”Ne?Sen Yui’yi nerden tanıyorsun?”dedim,ilk yorumunu göz önünde dahi bulundurmadan.
Kız güldü,sesi sanki aynı anda üç kişi gülüyormuş gibi eko’lu ve de garipti.Dudaklarının kenarı basit bir şekilde kıvrılmıştı,sanki ağzı gülmeden,yalnızca gülme sesi çıkarmış gibiydi.
“Peh,kuralları bilmiyor olamazsın,herhalde?” dedi,cidden öyle umarmış gibi.Bakışları yokla şu hafızanı der gibiydi.Omuz silktim.
“Yönetmelik mi?Ne yönetmeliği?” kafam o kadar karışmıştı ki,zihnimin miso’ya döndüğünü hissedebiliyordum.Derin bir iç çektim.Yeni çevre,yeni insanlar derken,tüm delileri kendime mi çekiyorum yahu?
“Ah” kız samimi bir ifadeyle başını olumsuzca salladı.”Son zamanlarda,kurallar iyice unutuluyor…” jilet keskinliğindeki saçlarını arkaya attırdı ve ben elinin nasıl olup da kesilmediğini düşünürken sırıttı.
“Ben senin koruyucun,Reina.Tanıştığımıza memnun oldum” beyaz,bana kıyasla çok daha kadınsı ve narin elini bana uzattı.Bu bir davet mi,yoksa kabul etmemem gereken bir tehlikeye giriş bileti mi,ayırt edemeden elimi kendisine çekti.
Uyuşmuş bir halde gözlerimi kırpıştırdım.Bacağımı oynatma ihtiyacı hissetmiştim.Bu da vücudumun gerginlik sinyalleriydi.
“Koruyucu mu?Neden beni koruyasın ki?Tekvando biliyorum…Ayrıca,neden sen?Ve de kimden koruyacaksın beni?”
Kız tekrardan gülümsedi,bu da beni tekrardan şaşırttı.”Belki de sırasıyla cevap vermeliyim.Sen değerlisin Aurelia Kanade.Ve ben de değerli kişileri koruyan bir avcıyım-“ sözlerine nefes almak için ara verirken bakışlarını kaçırdı.
“-Ayrıca iblislere yem ol istemem”